25 Ocak 2013 Cuma

İŞTE TRABZON İŞTE AHMET AĞAOĞLU !


İŞTE TRABZON İŞTE AHMET AĞAOĞLU !



O bir iş adamı, o bir hayırsever, o bir yönetici, o bir Trabzonspor aşığı, o bir sportmen….

Ahmet Bey’le röportaj yapmadan önce yaptığım araştırma sonucunda ‘ sürdürebilir başarı’ örneğiyle karşı karşıya olduğumu gördüm.
Değinilecek öylesine çok konu vardı ki, hepsini bir konsepte sığdırmaya çalıştım.

Ahmet Ağaoğlu kimdir? Röportaja başlamadan önce Ali Ağaoğlu’yla bir akrabalığınız olup olmadığını ilk ağızdan açıklar mısınız?

Kendisiyle hiçbir akrabalığım yoktur. Ama sevdiğim bir arkadaşımdır. Hos bir tesadüf liseyi birlikte Kabataş Erkek Lisesi’nde okuduk. Benim adım Ahmet Ali Ağaoğlu’dur . Lisede Ali Ağaoğlu denirdi. O yüzden okulda çok karıştırılırdık. Allahtan ikimizin de dersleri pek iyi olmadığı için bu karıştırmalar bizi pek etkilemedi. Bizi birbirimize de çok benzetirler. Abi kardeş sanırlar.

1958  Trabzon Doğumluyum. İstanbul ‘a 1971 de lise öğrenimim için geldim. Dört yılda dört farklı lisede okudum sonra yüksek denizcilik okulunda öğrenimimi tamamladım. Şuan ki adı İstanbul teknik üniversitesi denizcilik fakültesi Güverte Bölümünden 1979 yılında 3. Kaptan olarak mezun oldum. 6 yıl denizlerde kaptan olarak çalıştım. 1986’ da Perşembe Pazarı’nda 30 m karelik bir alanda Atlantik Denizciliği kurdum. Gemi acenteliği, gemilere servis derken 25 senede bu noktaya geldik. Şimdi ise gemi işletmeliği yapıyoruz. 2008 Eylül’ündeki global krizden sonra hala bu işi yapıyoruz. Bizim sektör krizden en ağır etkilenen sektörlerden biri. Diğer sektörler kendilerini toparladılar, yaralarını sarmaya başladılar ama biz tahminen 2014 ten önce toparlanmamız zor görünüyor. Denizcilik; karada çalışan içinde, denizde çalışan içinde zor, meşakkatli bir meslek

Kariyerinizde dönüm noktanız nedir? Bu heyecanlı yolculuğun başlangıcına dair hatırladığınız hoş bir anı’nız var mı?

Belli başlı bir dönüm noktası yok. her şey tesadüftü. Kabataş Erkek Lisesinde okurken Denizcilik yüksekokulunun önünden hep geçerdim. Hani okulun bilinci içinde değildim. Öğrencilerin kıyafetleri beni etkilerdi. Yazın beyaz, kışında koyu renk giyerlerdi. O yıllarda üniversitelere ön kayıtla öğrenci alınırdı. Yani çoğu insan okudukları seçtikleri bölümlere tesadüfen girerlerdi. TRT radyo 23.45 te üniversitelerin durum puanlarını ve  ön kayıtla alınacak yerlerin puanlarını söylerdi. Bende o gün İzmir’den İstanbul a geliyordum. Ege Üniversite’si Astronomi bölümünü tutturmuştum. Ama matematiği ve fiziği sevmeyen biri olarak o bölümü tutturmamda ayrı bır sorgudur. Kayıt yaptırmıştım ama okumayı düşünmüyordum. Zaten o bölümde okuyamazdım da. Dönüste otobüste radyo açıktı ve ön kayıt puanları söyleniyordu. İşte orada olmam ve puanımın oraya yettiğini öğrenmem hayatımı yönlendirmeme neden oldu.


Uzun zamandır Golf Federasyonu Başkanısınız. Bu göreve gelirken hedefleriniz nelerdi? Hedeflerin neresindesiniz? Peki, şimdi yeni dönem planlarınız neler?

Sporun içinde biri olarak tesadüfen başladığım golfe. yine öyle bir tesadüftür ki benim golfe başladığım dönemde Golf Federasyonu kuruldum. 1995 te golfe başladım, 1996 ‘da federasyon kuruldu. Seçimler dört yılda bir yapılıyor. İnsanın hobisi ne olursa olsun eğer işin kendisiyle sınırlı kalmasını istemiyorsanız, birazda toplumsal sorumluluk duygusu taşıyorsanız ve kendinizden de verebileceğinizi hissettiğiniz, inandığınız bir şeyler varsa bunu toplumla paylaşmak ,vermek istiyorsunuz.
Golfun o dönemlerde alt yapısı yoktu. Bu eksikliği hissettiğim için eğer Federasyon başkalığında görev aldığım takdirde ,ülkenin gençlerini bu sporla iç içe olması düşüncesinin arzusuyla Golf Federasyonu Başkanlığı’na aday oldum. Çünkü o dönemlerde yaş ortalaması 40 civarındaydı. Gençler için bir alt yapı yoktu. Yeni bir federasyon için doğal bir süreçtir. 2002 Kasım Ayında Aday oldum. 11 sene oldu. Dediğim gibi öncelikle ülkemizin gençlerini bir araya getirmeyi ve bir altyapı oluşturmayı amaçlıyordum. Zaten çalışmalarıma göreve gelmeden önce başlamıştım. İstanbul’da 2 golf sahası bulunmakta. Biri Göktürk’te diğeri Silivri de. Öncelikle o civarlarda ki ve çevre bölgelerdeki ilköğretim okullarında bulunan çocukların golfle buluşmasını sağladım.

Hedefim 2010/ 2011 yıllarında 10 bin lisanslı sporcuya ulaşmaktı. Ama maalesef hedefi tutturamadım. Bunun nedeni de fazla tesisin ve halk tipi sahların olmaması. Türkiye’deki mevcut 20 golf sahasının, 16’sı Antalya’da. Bunlar tamamen turizme yönelik ticari maksatlı sahalar. Bu yüzden sporcu sayımızda geri kaldık. Ama geriye dönüp baktığımızda Ağrı’dan,  Doğubayazıt’tan, Ardahan’dan Erzurum’dan Yıldızlar Golf Liginde ve Golf Liginde oynayan 1000 nın üzerinde lisanlı sporcuya bulunmaktadır.

İnsanlar yelpazenin hep üst tarafına bakıyorlar. Ama dünyada böyle değil. Yani çok zenginlerin, CEO ların şirket yöneticileri golf oynadığı gibi yelpazenin altına indikçe fabrika işçilerinin, muslukçularının ve öğrencilerin de oynadığını görüyoruz. Bunun nedeni, yurt dışında belediyelerin ,özel idarelerinin oluşturduğu halk tipi sahlar bulunmakta. Burada insanlar 5 ile 10 dolar arası golf oynamaktalar. Bende bu sahalarda golf oynadım. Oldukça mükemmel sahalar. Ama bizde ise maalesef bu koordinasyonu belediyeler ve özel idarelerle çeşitli nedenlerden dolayı sağlayamadık.  Buradaki görev biz federasyona değil, özel idareler ve belediyelere düşüyor.

Okullarda bunu başlattık. Ardahan, Erzurum, Ağrı ,Urfa gibi illerimizin okullarında kapalı golf sahları kurdurduk. Buralara malzeme ve hoca yolladık. Sorun bu değil de. Orada yetişen sporcuların turnuvalara katılmaları sırasındaki geliş-gidişlerinden tutun gereken  tüm masrafları da federasyon olarak karşılıyoruz.

Golf turizminin ülkemize çok iyi bir getirisi bulunmakta. Her sene %20 ve % 30 arası artış sağlanmakta. Kriz döneminde bu artışı fırsatı yakaladık. Demek ki, kriz sonrasında çok daha iyi bir gelir elde etme ve bu alanda ciddi söz sahibi olma durumundayız

Ve Trabzonspor

Trabzonspor her Trabzonlunun  damarında, kanında olan bir şeydir. Futbolsuz ve Trabzonspor’suz onlar için mümkün değildir. Çocuklar doğduktan sonra öğrendiğin dördüncü kelime Trabzonspor’dur. Anne, baba, mama ve Trabzonspor. Küçük çocuktan 82 yaşındaki nineye kadar Trabzonsporludur. Bende öyleyim. Damarımda kanımda Trabzonspor var. Trabzon insanının bir özelliği vardır. Mesela kentlere gidersiniz. Hangi takımı tutuklarını sorduğunuzda önce İstanbul’daki üç büyük takımdan birini derler sonra ikinci olarak da kendi kentinin takımını der. Şu sıralarda Bursaspor taraftarı atak yaptı ön plana çıktı. Takımlarına çok sahip çıktılar. O da zaten Bursaspor’u şampiyonluğa çıkardı. Eğer bir takımın sağlam bir seyirci, taraftar desteği yoksa Süperlig’de başarı gösterme şansıda yoktur. Trabzonspor’da futbol bir olgudur. Sadece kendi takımlarını tutarlar. Trabzonspor bir kimliktir. Beni de öyle sokakta fazla kimse tanımaz. Adımı Trabzonsporlu Ahmet olarak bilirler. 73-74 yıllarında birinci lige çıktığında üç büyük takımlara karşı başkaldırının sembolü olarak görüldü. Artarda şampiyon oldu. Trabzonspor bu başarılı çıkışından sonra sadece Trabzon değil, Anadolu halkının da sempatisini kazandı. Benimde büyüyüp aklım ermeye başladıktan sonra 1993 yıllarından sonra faal olarak ilgilenmeye başladım. 2000-2002 yıllarında yönetimde başkan yardımcılığı görevim oldu. Yönetimde olduğum yada olmadığım her dönemde radikal Trabzonsporlu olmaya devam ettim, edeceğim de…

Futbol bir endüstri haline geldi. Sizce en pahallı takım, en iyi takım mıdır? Çok büyük bütçelerle çıkmalarına rağmen 4 büyükler niye başarısız oluyor?

Türkiye’de böyle bir düşünce sistemi var. Türk seyircisi her zaman takımının çok büyük transferler yapmasını beklerler. En iyi finansal yönetilen takım en başarılı takımdır. Özellikle de alt yapısına en iyi yatırım yapan takım en iyi takımdır. Futbol takımlarımız son dönemlerde iyi idare edildiğini demek fazla iyimser bir yaklaşım olur. Türkiye’de futbol iyi yönetilmiyor. Yapılan uçuk-kaçık transferler ve bunlara yapılan inanılmaz yatırımlar, harcamalar çok can sıkıcı olmaya başladı. Altyapıya kesinlikle önem verilmiyor ve bu anlamda bir yatırım söz konusu değil.

Kulüp Başkanı, Teknik Direktöre hangi sınıra kadar yaklaşmalı?

Kulüp başkanları teknik direktöre karışmamalı. Sınırı olmamalı. Ama maalesef süreç böyle değil. Alışkanlık haline getirdiler. Tarafların teknik direktör ve takımlarına yaptıkları sevinç tezahüratlarından bile rahatsız olabiliyorlar. ‘ o mu yaptı, ben yaptım’ diyebiliyorlar.

Sektör hangi sorunlarla karşı karşıya. Örneğin iyi oynayan futbolcu bulmakta zorluk çekiyor mu?

Sektörde sorunlar mevcut.  Yanlış yönetimler doğruyu bulmakta zorlanıyor. Mesela bir Burak Yılmaz gerçeği var. Burak Antalya- Beşiktaş- Manisa’ ya gitti. Kendini hiç gösteremedi. Sonra Fener’e geçti. Ama burada da forma giyemedi. En son Trabzonspor’a geldi. Şimdi Trabzonspor’un en iyi forveti ve skorer oyuncusu oldu. Keza şuan Milli takımında vazgeçilmez forveti durumunda. Yani anlatmak istediğim mevcut yönetimler bir yeteneği ortaya çıkarmak için gereken ilgi alaka sabırdan acizler.  Bunun yerine yanlış ve miadı dolmuş yabancılara milyon dolarlık transferler yapıyorlar.

Futbol yorumcuları arasında sizce en iyi tespiti kim yapıyor?

Son dönemlerde futbol yorumcusu sayısında çok artış oldu. Çoğu popülizm adına birilerinin sesi oluyor. Çeşitli nedenlerden dolayı durumları yorumlarken doğru pencereden yaklaşamıyorlar. Beraber çalıştığım arkadaşlarımı seviyorum. Bu anlamda direk isim vermek istemiyorum ama, beğenerek takip ettiğim 10- 15 tane yorumcu arkadaş bulunmakta.

Nelere ve kimlere gülersiniz?

En çok kendime gülerim. Ayrıca Temel, Dursun ve Fadime gülerim

Spor hayatın ta kendisidir. Bir bakıma hayatın içinde var olan neredeyse her şeyi barındırır.
 Gelişmiş ülkelerde işe alımlar da spor yapan çalışanların tercih edildiğini okuyoruz. Sizde uzun yıllardır golf ve futbolla ilgileniyorsunuz. Sizce sporun iş yaşamına ne gibi etkileri oluyor?

Sporun iş hayatını direk etkilediğine inanıyorum. Gelişmiş ülkelerde spor bir hayat biçimi. Mesela Japonya’da 2000 kusur golf sahası bulunmakta. Amatör bir golf oyuncusu saha yöneticiliği bilincine sahip oluyor. İş hayatında da ‘saha idaresi’ ile ‘iş yönetimi’ ölçüşen bir kavram. Yine Japonlarda yönetici pozisyonundaki kişiler hep golf oynuyorlar. İstanbul’da çalışan yabancı yöneticiler adına bir golf turnuvası düzenledik. Sadece burada bulunan 74 Japon Yönetici katılım gösterdi.

Maalesef iş yerindeki arkadaşlarım sporla uğraşmıyorlar. Birkaç defa teşvik etmeye çalıştım ama baskıcı ,rahatsız eden bir işveren pozisyonu yaratmamak için çok üstelemedim. Çalışanlarımın çoğu işyerinde başladıkları kiloda değiller. Hepsi en az birkaç kilo almış durumdalar. Ben yirmi beş yıl önce 74 kiloydum hala aynıyım. Hani patronlarına bakar utanırlar dedim ama öyle gayeleri hiç yok. Sporun .insanı daha dinamik, fit ve sağlıklı su götürmez bir gerçek.


Referandumda evet çıktıktan sonra Anayasa’nın uyum ve eşitlik maddesi olan 10. madde, güncellendi. Bu süreç itibarıyla engellilerin toplum yasayışı içersinde fırsat eşitliği doğrultusunda ki düşünceleriniz nelerdir?

Engellilere karşı duyarlı olmak için, Anayasal düzenlemelere gerek yok. Türkiye’de 8 milyon engelli var. Bu durum gözden kaçırılacak, ihmal edilecek bir sayı değil. Bu gerçek toplum tarafından kabul edilmesi gereken bir gerçektir. Yarın engelli olmayacağımızın bir garantisi bulunmamakta.  Devletten önce toplum olarak birey olarak engelliyle yaşamayı öğrenmemiz lazım. Eğitim ilkokulda verilmeli. Batıda ilköğretim okullarında engelli ile yaşam dersleri var.
Mesela görme engelli birini yolun karşısına geçirmek için ne yaparız. Onun koluna girer çeke çeke karşıya geçiriz. Aslında öyle olmamalı. O senin koluna girmeli. Ve senin bir, iki  adım önünde yürümeli.

Bizde hala halk arasında engelliye özürlü kelimesi kullanılmaktadır. Ve hala kurumsal derneklerde, ve özel idare kuruluşlarında özürlü kelimesi kullanan bir toplumuz.  Her şeyi devletten beklemek çok büyük hatadır. Bu yalnızca toplum ve birey olarak sorumluluğu kendi üzerimizden başkasına yüklemeye çalışmaktan öte değildir. Bu konuda birinci derece sorumlu herkestir!!!

Ayrımcılık ve pozitif ayrımcılık hakkında görüşleriniz ne? Engelli arkadaşlarımız ülke çapında yaşadıkları sorunları yüzeysel olarak biliyoruz. Yüzeysel diyorum çünkü, sizin de dediğiniz gibi engelli vatandaşlara toplum olarak bakış açımız da hala çok yüzeysel. Yani hala engelli vatandaşa özürlü vatandaş diyen bir kesime sahibiz. Yumurtaları karşı tarafın sepetine koymak yürek ister. Genelde sosyal yardım projeleri ‘özde’ olmaktan daha çok; sözde olmak yönünde. Peki, daha büyük sosyal bir konsepte, ulaşmak için farklı bir organizasyon olursa içinde olur musunuz? Yoksa sadece kendi projelerinizin aktivasyonunu mu gerçekleştirmeyi tercih edersiniz?

Ayrımcılık- pozitif ayrımcılık bu sözler bana saçma geliyor. Ayrımcılığın pozitifi negatifi olmaz.  Toplumların kendi yarattıkları sınırların dışındakileri dışladıkları bir sistem döngüsü oluşmuş.

Hayvanlara saygı duyuyorum. Çünkü hayvan olarak doğup, hayvan olarak ölüyorlar. Bir ayı neyse kendinden beklenilen gibi ayı olarak yaşayıp ayı olarak ölüyorlar. Ama insan olarak doğup insan olarak yaşamayı ve ölmeyi başaramıyoruz. İnsan olan her yerde ayrımcılık yapılmasını, vasıflar ve koşullar- koşulsuzluklar doğrultusunda  küçümsenilmeyi, kibiri kabul etmiyorum.

Topluma faydalı yararlı olabilecek her türlü projede olmaya çalışıyorum.

Sizi hayatınız da en çok etkileyen şeyler nelerdir? Çocuklarınıza neler öğrettiniz? 

Toplumun ihtiyacı olan konularda çalışan bilinçlendirilen insanlar beni hep etkiler. Çocuklarım konusunda kendimi şanslı hissediyorum. Ben onları dürüst yetiştirmeye çalıştım. Ama onlar üzerine ekleyerek olumsuz şeylerin dışında kalmayı becerdiler. Çok iyiler. Bu anlamda çok mutluyum.

Bu kadar sosyal hayatın içinde biri olarak, çalışanlarınızla aranız nasıl? Nasıl bir yöneticicisiniz. Çalışanlarınızın motivasyonunu artırmak için yaptığınız çalışmalar var mı? Başarılı çalışanlarınızı nasıl ödüllendiriyorsunuz? 

Personelime ayrı bir motivasyon uygulaması yapmıyorum. Çünkü sektör bazında ücret politikamız skalanın üstünde. Skalayı aşağıya çekipte  iyi elemanı onura etmek adına maddi çıtayı yükseltecek ödüller vermek doğru bir yaklaşım değil.
Onun yerine şirket olarak personelimin hepsi karar merciidir. İnsafiyet kullanma sorumlulukları , yetkisi var. Çalışanların % 50 si 25- 30 senelik personel. Personelimle abi- kardeş , iki arkadaş gibiyiz.

Son olarak eklemek istediğiniz bir konu, bir mesaj var mı?

Çok soru sormuşsun.:)

Huzurlu sevgilerle 

Hoş Kalın

Zeynep Ç.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder